***

CHOPIN’İN YARATICILIĞA VEDASI

***


CAN ÇAKMUR

Bir sanatçı hayal edin. Ölüme çok yakın, öyle ki yaşayanlar dünyasından çok ölüler dünyasına aitmiş gibi duruyor. Dokuz yıldır hayatında olan kadın onu bırakmış. Dahası yaratıcı gücünün kaybolduğuna inanıyor. Beste yapmak için eline kalemi aldığında geride bıraktığının karalamalarla dolu değersiz bir sayfa olduğuna inanıyor. Chopin, terk etmeye ve terk edilmeye alışkın olmayan bir insan değildi. Hastalık, bitkin düşmek ve ölümün elini göğsünde hissetmek ona yabancı değildi. Böyle durumlarda sanatına sığınıyor, içinden fışkıran müzik bir yolunu buluyor ve kağıda dökülüyordu. Chopin'in hayatının trajik bir romandan alınmış gibi duran son bölümünde ise onu tüketen, içine düştüğü sonsuz umutsuzluğa onu daha da iten şey sanatının onu terk ettiğine inanmasıydı.

 Eğer George Sand ile ilişkilerinin bittiği andan itibaren Chopin'in yazdığı eser sayısına bakarsak ilhamın onu geri gelmemek üzere terk ettiğine inanmamız çok kolay. 1846’dan öldüğü 1849 yılına kadar Françoise Chopin adı ile basılmış bir tek yeni parça yok! Bu süreç Chopin için neredeyse acı verici bir deney süreciydi. Kendine yeni bir müzik yaratıyordu. Armoni, form ve kontrpuan anlayışını ve bunların sentezini yeniden gözden geçiriyordu. Chopin için bu sadece müzikal bir süreç olmamış olmalı. Yapmaya çalıştığı, yedi yaşından beri kullandığı ve geliştirdiği ifadeyi daha önce keşfetmediği bir bölgeye sürüklemekti. Skeçlerinde kullandığı düzenli el yazısı bozulmuş, daha önce hiç sorun yaşamadığı parça isimlendirme konusunda sorunlar yaşamaya başlamıştı. 

 Peki bütün bu süreç ne anlama geliyordu? Chopin nereye ulaşmaya çalışıyordu? Daha önemlisi: Onu ne bu değişikliğe itmişti? Elimizde bize cevaplar sunabilecek bir eser var. Chopin'in isimlendiremediği bir parça bu. Parçayı yazdıktan ancak bir süre sonra ismini koyabilmiş: Polonez Fantezi. Pek çok bestecinin hayatlarının sonunda yazdığı ve insani yaratının zirvesi dediğimiz eserler aslında kağıda dökülmelerinden çok daha önce kurgulanmaya başlanmış, ancak uzun bir sürecin sonunda ortaya çıkan eserlerdir. Beethoven, Op. 111'in temasını sonatı yazmadan neredeyse 20 yıl önce kağıda dökmüş. Schubert'in D 959'unun devasa son bölümünün teması ilk kez karşımıza onun ergenlik çağında yazdığı bir piyano sonatının ikinci bölümü olarak çıkıyor... Polonez Fantezide benzer bir şekilde yola sadece bir "Fantezi" olarak çıkmış. 

 Chopin için bir parçaya isim vermek, onu bir kalıba sokmak demektir denebilir. Chopin'in gençlik eseri olan Polonya Havaları Üzerine Fantezieserini saymazsak, bir fantezisi daha var: Fa Minör Fantezi, Op. 49. Bu esere bakarsak (ki kesinlikle "hazırlık eseri" diyemeyeceğimiz, kendi adına olağanüstü bir parçadır bu), Chopin'in fanteziden ne anladığını çıkarabiliriz: Uzun bir giriş, ana kısım, yavaş bir ikinci blok, tekrar ana kısım. Parçanın sonunda, orta kısmın hayaletini duyarız, sanki her şeyi tekrar yaşayacakmışız gibi... Polonez Fantezide bu yolu izliyor, ancakOp. 49Fanteziyi özetlediğimiz bloklarla ifade edilemeyecek bir şekilde. Chopin parçada herhangi bir sınırlanmışlık hissini ortadan kaldıracak bir yol izlemiş. Parça tek bir bütün olarak bizi sonuna taşıyor. Bu Chopin'de daha önce karşılaşmadığımız bir özellik, daha sonra buna geri döneceğim.

 Parçanın isminin ilk yarısı olan Polonez’e kısaca değinmek gerekirse; Chopin’in, bu türde yazdığı zaman Fantezi için kullandığı şemanın aynısını kullandığını görebiliriz: Giriş hariç, A-B-A. Polonez, ancak, fanteziye oranla daha kısıtlı bir başlıktır. Chopin'in Polonez’i büyük geçmişle övünür, bugünün acıları için yas tutar ve gelecek için umut besler. Polonez Fantezinin Polonez’i ise gururlu değil; düşünceli, melankolik bir Polonez’dir. Soyluların kılıçları ve zırhlarıyla attıkları adımlar değil, ülkesine aşık bir Polonyalının geçmişe dönük tatlı anılarıdır. Aslında, Polonez’in o karakteristik ritmi bu parçaya sonradan eklenmiş. Diğer bir deyişle, fanteziye Polonez eklenmiş; ancak eser ikisinin birleşimi değil! Chopin bu iki türün sınırlarını ve kalıplarını kırmayı ve kendi özlerini değiştirmeyi başarmış. 





Sonat formu, birbiriyle zıt iki fikrin sunulmasından, bu iki fikrin çatışmasından, sentezinden ve fikirlerin birinin veya çoğunlukla ikisinin birden tekrarlanmasından oluşur. Bu, aynı zamanda sonat formunun çelişkisidir. Gelişme bölümünden sonra besteci "geri dönmenin" bir yolunu bulmalıdır. Sonat formu, bu sebeple, anlatıma olanak sağlamaz. Sözden farklıdır ve müzikal dile özeldir. Besteciler 18. Yüzyılın ikinci yarısı ve 19. Yüzyılın ilk yetmiş beş yılı boyunca bu çelişkiyi ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. F. Liszt, C. V. Alkan gibi besteciler "tematik transformasyon" kavramını ortaya atmış ve geliştirmişlerdir. Bunun esası, bestecinin bulduğu bir motifin ana unsurunu (ritmi veya içerdiği karakteristik bir aralık olabilir bu) koruyarak bu motifin farklı özelliklerini keşfetmesidir. Bu yolda örneğin Liszt, Sonat'ının başındaki Mefisto motifini daha sonra Gretchen olarak tekrar kullanmıştır. 

 Chopin için en sık kullandığı form olan A-B-A da benzer bir çelişki içermektedir. Bunu bilerek dinlediğimizde B kısmının A'ya yöneldiğini biliriz. Bu, eserin sağlam bir temel üzerine oturmasını sağlar ve bu tür bir "yön duygusu" parçaya ulaşılması gereken bir amaç verir. B'nin varoluş amacı A'ya dönmektir; form böyle olmasını zorunlu kılar. Oysa Polonez Fantezi A'ya değil, parçanın son akoruna ulaşmaya odaklıdır. Chopin A-B-A'nın varlığını ortadan kaldırmak istemiştir. Farklı olarak, bunu "tematik transformasyon" ile sağlamaz. Parçanın her teması birbirinden izler taşısa da bunlar yeni temalardır. Parçayı sona taşıyan unsur, parçanın hiçbir kısmında "evde olma" veya "geri dönme" hissi yaşamamızdır. Hiçbir bölüm kapanmaz, ancak bir sonrakine evrilir. Parçanın sonuna yaklaştıkça eski olan ve yeni olan birbirine yaklaşır, birbirinin arkasından sunulur. Artık geçmiş zaman ve şimdiki zaman yoktur. Hepsi birbirine aittir. Ve aslında belki de bu, Chopin'in ulaşmaya çalıştığı noktadır. Parçanın sonunda artık "Polonez" ya da Chopin'in daha önceden tanımladığı şekilde "Fantezi" yoktur. Sadece parçanın sona erdiği gerçeği vardır.

 


 

Bu parça Chopin için yeni bir yoldu. Bir anlamda hayata başka türlü bir bakıştı, çünkü bu müzik acı dolu bir müzik değil. Belki de acının özü, içimizde kalan tadı... Chopin bütün enerjisini bu parçayı yaratırken kullandı, kendisinin o ana kadar getirdiği bütün müziğini bu parçanın içinde harmanladı. Ortaya çıkan belki de Chopin'in kişiliğine aykırı özellikteydi; belki de bu yüzden Polonez Fanteziile bu kadar uzun zaman uğraştı ve bu süreçte daha önce karşılaşmadığı sorunlarla karşılaştı. Belki de bu parça Chopin'in kaybettiğine inandığı yaratıcılığına gerçek bir vedaydı.

 

Her nehir denize ulaşır,
Ve her acı mezarına.

                             Wilhelm Müller

 

(*) Bu yazı Andante Dergisi Temmuz 2015 (No: 105) sayısında yayımlanmıştır.